30 Haziran 2009

Yan Listede Görkem

Şu sıralar Face'i kullanmamın tek nedeni olan Görkem Aydanarığ Hayran Sayfası'ndan Görkem'in en sevdiğim performanslarını link halinde atıyorum yan taraftaki yeni bağlantı listesine. Bana da kolay olur biraz daha. Yeniler eklenecektir...

300'ü Vurduk


300. post. Klasik 100 post kutlamalarının 3.'sü bu. Kulağımda Bir Aşk Masalı çalıyor, şu sıralar hayatımın şarkısı konumunda. Eh burası da hayatımın url adresi uyuşuyor birbirine.

SOn 100 post boyunca yalnız hareket etmedim bu kez. Önce witch katıldı ekibe, sonra Udb sonra da Mert SBS'yi atlatıp geri döndü. Böylesi çok daha kolaydı. Şu anda oturduğum denize bakan internet kafe bilgisayarından bunu yazmak çok huzur verici.

Özellikle Burak Eren'e teşekkür ediyorum buradan. Blogu sürekli övmesiyle bana biraz daha yazma isteği kattı.

100 post sonra yeniden bu tip bir mesajda görüşeceğiz. Adım gibi biliyorum.

Not: Adım ne? dwayde mi ki? ( :P)

29 Haziran 2009

Yeni Efe?


Devam eden dizilerden bir sebeple ayrılan oyuncuların yerine gelen yeni yüzler
artık dizilerin ömrüne ömür katıyor…

Bu kritik durum yapımcıların yüreğini ağzına getirse de geçmişte yapılan hatalardan ders çıkararak titiz bir çalışma sergiliyorlar.

Kritik çünkü; seyircinin gönlünde taht kurmuşken diziden ayrılan oyuncunun boşluğunu dolduracak yeni bir karakter ve güçlü bir hikaye yazmak senariste, doğru oyuncuyu bulmak yapımcı ve yönetmene düşüyor.

Kimi zaman diziye giren yeni karakter çok renkli ve dinamik olsa da seçilen oyuncu rolün üstesinden gelemiyor, kimi zaman da hikayeye dahil edilen yeni karakter çok eklektik yazıldığı için bütünün doğallığını ve inandırıcılığını bozabiliyor. Bu başarıldığında ise yeni yüz ve yeni hikayeler sayesinde dizi rutin akışından çıkıyor ve hareketleniyor. Böylece yapımcı tarafından bir sezon daha garantilenmiş oluyor.

Son yılların en popüler gençlik dizisi Kavak Yelleri’nde sempatik yamuk ağzıyla 7’den 70’e seyircinin sevgisini kazanan, ancak diziden olaylı bir şekilde ayrılan Dağhan Külegeç’in boşluğunu doldurmak için Tims Yapım, yüksek ihtimalle Avrupa Yakası’nın çaycısı Sarp Apak’ı tercih edecek.

Sarp Apak, reytingi yüksek bir oyuncu olması bir yana iki sezon “Efe” karakteriyle seyircinin gönlünde taht kuran Dağhan Külegeç’in yerini doldurabilecek mi?

Bu kritik karar doğallığı ve sadeliğiyle başarıyı yakalayan bu dizinin sonu da olabilir, ömrüne ömür de katabilir. (Yasemin Cengiz / Televizyon Gazetesi )

Yazıdan Sarp Apak yeni bir karakteri mi canlandıracak yoksa Efe rolüne mi geçecek tam anlayamadım. İkincisi olması ihtimalini bir kenara atıyorum o olursa değil Halil, Megan Fox'un canlandıracağı herhangi bir karakter bile diziye katılsa izlemem. İlk ihtimalse bir zamanlar ASlı'ya vurgun olan bebek yüzlü, sürpriz delikanlı gibi çıkacaktır büyük ihtimalle. Eğlenceli bir aşık olarak Efe'den kalan üzüntüyü, hayal kırıklığını Aslı'nın üstünden yavaş yavaş atacak biri gibi duruyor. Sonunda Aslı bu arkadaşın dudaklarına yapışacak ve Aslı hamfendi bir yandan Efe'ye ihanet ettiği duygusuyla kavrulurken bir yandan da yeniden aşık olduğunu kabul etmek zorunda kalacak.

Senarist gibi adamım. Ya da bu ülkenin senaristleri bu kadar kolay senaryolar yazacak kadar hödükler...


28 Haziran 2009

Söylenmemiş sözlerin söylendiği yer...

Yeni bir banner fikri.Şu ara nereden çıktı bilmiyorum, Kültürlük için yepyeni bannerlar tasarlıyorum...Şimdi de slogan olarak "söylenmemiş sözlerin söylendiği yer" sözünün kullanıldığı bir bannerı sunuyorum sizlere.Lütfen fikir belirtiniz.Nasıl olmuş, eskisi daha mı iyiydi?Büyütmek için üzerine tıklayınız...


Sanal Aşk'ım...

Sanal deyince yanlış anlamayın, adını "KaRiZmAtİk, yakışıklı_çocuk, yürekten_severim" gibi şeyler koyarak internette gerek oyun siteleri gerekse sırf bu iş için yaratılmış çöpçatanlık siteleri arasında henüz 14 yaşındayken yaşını 21 gösterip kız tavlamaya çlışan mahlukatlardan değilim elbette...Benim sanal aşkım, sanırım Fransa'daki bir yarışmadan yaşı da benden hayli küçük olmasına karşın belki program eskidir diye kendimi avuttuğum, müthiş ses ve güzellik "Caroline" adlı meleksel insan... Şaka boyutu bir tarafa, ülkemizdeki "Bir Şarkısın Sen" adlı bana göre sadece ticari amaçla büyük yetenklere sahip çocukları çıkarıp şarkı söylettikleri yarışmayı izlerken aklıma takıldı.(Benim de neden izlediğimi Mehmet bir önceki yazıda açıklamış zaten...)

Ben bu kızı ilk defa müzik öğretmenimin bize derste izletmesiyle keşfettim.Daha sonra öğretmenimden videosunu aldım ve evde bir çok kez daha izledim.Annem en sonunda "aşık mı oldun, bulup getireyim sana o kızı" dedi.Eh, bence doğru da söyledi, ne çok izlemiştim videoyu...Dedim, bu olay kamulaşsın, herkes izlesin.FaceBook'ta bir çok kez paylaşıldı videosu, ama ben yine de bir kez daha paylaşıyorum sizin için...Bu arada söylediği şarkı Christina Aguilera'nın "Hurt" isimli şarkısı...Sulanmayın, yakarım =)

Bir Hata Yapmışım


Gerek bir arkadaşımın "Boşver oradaki konukları, sunucuları falan sadece şarkıları dinle" tavsiyesi gerekse mutfaktayken reklamda Görkem-Keremcem düetini duymam sayesinde dün Bir Şarkısın Sen'i izledim nerdeyse sonuna kadar. Arkadaşımın tavsiyesiyle bakınca programa mükemmel görünüyor (yorum kısımlarını, tanıtımlarını falan elimden geldiğince izlememin de etkisi yadsınamaz tabi ki). Şarkı söyleyenler tamamı mükemmel yetenekli çocuklar. Özellikle Mehmet, Şebnem ve Görkem mükemmeller. Her çocukta biraz olsun taklitçilik var gibi. Yarışmayı izlememin ve bu kez sevmemin en büyük nedeni Görkem'in doğal sesi ve güzelliğiyse büyüleyici cidden. Keremcem'le düeti olsun, Funda Arar'la söylediği şarkı olsun, "Hoşgeldiniz"deki solosu olsun ciddi ciddi büyüleyici.
Şebnem, bir Zerrin Özer hayranı sanırım. Taklit etmeye çalışıyor o da diğer çocuklar gibi hayranı olduğu sanatçıyı. Ve içlerinde bunu en iyi şekilde başaran o. Dün Zerrin özer'le yaptığı düet ve ardından engellilerle söylediği şarkılar çok hoşuma gitti.
Mehmet Daş'sa dün yaptığı İbrahim Tatlıses düetinde mükemmeldi. İbrahim Tatlıses'in numara yaptığını sanmıyorum cidden şaşırdı ve etkilendi o da. İbo'yu aratmaz bu çocuk cidden.
180 derece bir dönüş oldu farkındayım ama bakış açısının insanın fikirlerini nasıl değiştirebileceğine dair bir kanıt oldu sanki bu. Artık her hafta seyrederim ben bunu. Bir de Erol Evgin konuşup durmasa...

Muhteşem Görkem-Keremcem düetini buldum Facebook'da. Buyrun dinleyin. Yakında ezberleyeceğim sanırım bu şarkıyı ( :) ).

27 Haziran 2009

Deniz, Kum, Güneş Yanına Bilgisayarı da Ekleyebilsem Keşke


Yarın Gümüldür'e gidiyorum. Kuzenimle beraber teyzemlerin evinde 4-5 günlük bir tatil. Aldığım duyumlara göre televizyon bozukmuş ve cüzdanıma göre de internet kafeye gitmem zor(parayı karıya kıza yedireceğim sanki, kahrolsun tutumluluk :D). Bu yüzden deniz, kum, güneş (hatta roman, biber dolması, istediğin saatte eve gelmek, geceleri iskelede oturmak) diyor ve tatile ayrılıyorum. Ben internetsiz falan kalamam gerçi büyük ihtimalle paraya kıyar girerim kafeden falan. Ama post atar mıyım bilmiyorum. Mert'in yazılarıyla, Udb'nin ilginçlikleriyle kalın diyorum. Döndüğümde epey egniş bir yazı sizlerle buluşacak.

Hoşçakalın, esen kalın. ( :P)

Edit: Büyük ihtimalle ara vermeyeceğim hiçbir gün, eh dedem sağolsun. ( :D)

26 Haziran 2009

Siyah Doğdu Beyaz Öldü!

Eee, işte pop dünyasının en uç noktalarından biri, kilometre taşı hatta yolun ta kendisi olan yılların yıldızı, her ne kadar orasıyla burasıyla oynayıp, kendi cildini mahfettiyse de, ne yalan söyleyeyim pek dinlemesem de, şovlarına bayılırdım...

Başlığı da bir gazetede gördüm, e haksız da sayılmazlar...

Bence artık Müslüman oldu mu, olmadı mı, o muydu, bu muydu diye tartışmaktansa sadece "Allah rahmet eylesin!.." demek daha mantıklı...Tartışanlar, varsın, tartışadursunlar...

Şirinler Komünist mi?


http://www.facebook.com/video/video.php?v=85331164296&ref=nf

Şu videoyu seyredene kadar Şirinler'le ilgili böyle birşey aklıma bile gelmemişti. Şimdi Şirinler'i izlemenin de tadı kaçar, her yerde bu videoda anlatılanlara dikkat edersin. Olmadı yav.

25 Haziran 2009

Alo? Sesim Geliyor mu?

Şu ara çok duymuşsunuzdur Salim adlı sanatçı olamama sanatını çok iyi icra eden şarkıcı(!)yı...Hele bir şarkısı Çarkefelekten tutun da, Disci Kralı'na kadar hemen her programın dilinde.Sömürebildiğiniz kadar sömürün.Zaten şarkı resmen "abi, gülmek için malzemeye mi ihtiyacın var, bak burada koskoca şarkı var, sömür, sömür!" diyor.Madem öyle, biz de biraz inceleyelim şu müthiş sanat harikasını...
Şarkının nerden estiğini bilmiyorum ama, şarkıcının sert bir rüzgarla ve para ümidiyle İsmail YK tarafından estiği kesin."Hııh, takayım şöyle gözlükleri, oh oh şöyle iki taş gibi hatunu da kafalıyım yanıma, ve arkadan da Jale, Jale, oh vur paranın dibine dibine..." Keyif de bunlarda be...

"Dur önce biraz karizma yaptık, kızları da ayaraldık, şimdi de söyleyecek bir şeyler bulalım.Evet, o da tamamsa önce şöyle araya bir rap koyalım, ne dediğimiz belli olmasın, sesime de cool bi tavır vereyim, Hıııh, aloo alooo ! Yok ya böyle olmaz, en iyisi yine de arada kendi kültürüme dönüp Arabesk gireyim, şöyle damardan bir şeyler...Eveet, perfect my baby!"

Hallettin mi bunların hepsini, şimdi bağır çınlamaya Aloo, aloo diye.Meydan senin, kim tutar seni koçum...

Alo, sesim geliyor mu?
Kimle görüşüyorum?
Ben Salim, hani alo alo, kop kop, hatırladın mı?
Hay senin sesin gelmez olaydı!

Şarkının klibini izledikçe gülüyorum, özellikle FaceBook'ta bir amatör klibi daha vardı, o daha da komikti.Bulabilirsem yükleyeceğim...

24 Haziran 2009

22+8


Avrupa Yakası 6. ve son sezonunu büyük bir finalle kapatıyor şu sıralar. Ben de başına geçmiş izliyordum aslında. Ama istisnasız olarak 22 dakika dizi 8 dakika reklamla saatleri doldurmaları beni uyuz ettiğinden kalktım televizyonun başından. İnternet Cafeye dizi bittikten sonra gelmeyi ve dizinin son bölümüyle ilgili birşeyler yazmayı planlamıştım. Ama siniri bozuluyor insanın bir yerden sonra. Saatte hafif kayık bizim tam buçukta ve tamda reklam giriyor, iyice dikkatini çekmeye başlıyor insanın. Kapattım televizyonu çıktım ben de.
İnsanı iyice resimdeki kaf ayapısına sokmaya çalışıyor gibiler. Bu tip şeyler yaşadıkça reklam izlemeye daha da tahammül edemez oluyorum. Zaten bizim reklamcılarımızın çoğunun reklamcılık anlayışı beni seyretmekten bu kadar soğutmuşken bir de bunun gelmesi üstüne. Ürkütücü, cidden ürkütücü. Halbuki bir zamanlar televizyon programının, dizinin tuzu biberiydi reklamlar. İlk Kurtlar Vadisi'yle boku çıktı bunun. Şimdiki hale bakın.

"Mor ve Ötesi" Olayları Görme Çabası

Şu ara pek bir gündedeydi Mor ve Ötesi'nin kimi sevip kimi sevmediği, dinsel inançları ya da inançsızlıkları, cinsel kararları... Mor ve Ötesi ülkemizde uzun zamandır cıvıtmadan, işi paraya dökmeden, aşk da aşk diye tutturmadan kaliteli müzik yapan ender sanatçılardan...E hal böyle olunca illaki bir taraftan didklemek ve bizim toplumumuzun alışık olmadığı hallerini ortaya çıkarmak, hiç olmadı uydurmak gerekli diye düşünmüş olacaklar ki, çok haber yaptılar onlarla ilgili...

"Şok, şok, şok ! Mor ve Ötesi Atatürk'ü sevmiyor"

"Flaş, flaş, flaş ! Mor ve Ötesi Ateist çıktı"

"İnanılmaz Haber ! Mor ve Ötesi Gay'miş"

Çok okuduk, çok dinledik, nedir gerçeği bizim de aklımız kestirmez oldu.Ama beni tüm bu haberlerden daha çok güldüren bazı şeyler var ki, dillere destan...Haberlerin doğruluk derecesini bilmiyorum ama bu haberlere yapılan yorumlar cidden komik...

İlk olarak Mor ve Ötesi'nin Atatürk sevgisi bizi neden bu denli rahatsız eder ki?Mesela zamanında türbanlı bir kadın çıkıp "Atatürk'ü sevmiyorum" demişti.Herkes üstüne gitti, nasıl sevmesin, vay efendim o senin atan, diye...Ama ben o dönemde bu konuyu konuştuğum herkese insanların Atatürk sevgisinin en yakınları da dahil olmak üzere kimseyi ilgilendirmeyeceğini, her bireyin olduğu gibi onun da düşünce özgürlüğü olduğunu, yaptığının yanlış olduğunu bildiğim halde bunu ona bizim anlatmamızın haddimize düşmeyeceğini savundum...Üstüme gelen çok oldu.Ne demek Atatürk'ü sevmemek, olur mu hiç öyle saçmalık!Bu ne seni, ne beni kimseyi ilgilendirmez bence.Ben severim, seviyorum minnetarım derim.O sevmez, şu nedenden sevmiyorum der, kimse birbirini ikna etmeye çalışmazsa sorun olmaz...(Bu düşüncelerim yoruma kapalıdır, haberiniz olsun)

İkinci olarak, Mor ve Ötesi'nin dinsel inancı onların kişisel tercihleridir...Nasıl ki kimse sana, bana Müslüman'ız diye baskı yapamıyorsa, kimse onlara da Ateist oldukları için baskı yapamaz...Yani düşünecek olursak, burası Irak değil, İran değil teokrasiyle yönetilen bir ülke değil...Burası şu ara hep dile getirdiğim gibi laik sıfatı taşıyan bir ülkeyse bu sözcük, sadece sözcük olarak kalmamalı...Bu ülkede kimse kimsenin dini ve vicdani özgürlüklerini kısıtlayamaz bu nedenle ona baskı yapamaz...Bu ülkede kimse kimseye dinini soramaz, bu çok mahrem bir konudur...Açıklama yapma zorunluluğu getirilemez, her ne şekilde olursa olsun böyle bir baskı hissettirilemez...Tüm bunları hiçe sayıp bir de üstüne yargılayanlara kahkaha atıyorum zaten... "Asalım, keselim, ne demek ateizm" Zaten gülmezsek hepimiz aklımızı kaçıracağız artık...

Hadi bunlar yine toplum içinde, kendileri gibiyse iki insan arasında konuşulan şeyler, peki ya cinsel kimlik olayı? Yani Mor ve Ötesi, gay olsa ne olur ki?Ben eğer kaliteli müzik yapıyorlarsa -ki yapıyorlar- dinlemeyi bırakmam.Ama bizim toplumumuz öyle bi toplum ki, siyah giyene satanist, pembe giyen erkeğe gay, siyah-kırmızı giyen adama kıro demeyi eksik etmiyor.E hal böyle olunca kendilerinden farklı şekilde hareket edenlerle ilgilenenlerinde adı çıkıyor.Mesela Hande Yener "Türkiye gay ikonu" ilan edildi.Ve o zamandan beri şahsen ben, Hande Yener dinliyorum demekten çekiniyorum.Bu baskıdan hiç hoşlanmasam da bir parçası olmamak çok zor...

Hele o "Cambaz" ve "Deli" şarkılarını Allah'a ya da Atatürk' yazıldığını düşünenlere haret ediyorum.Neymiş efendim "var mısın yok musun" diye Allah'a diyorlarmış...Bu nasıl bir anlam teorisi.O zaman Acun en ala Ateist adam kaç sezondur "Var mısın Yok musun" diye program yapıyor...

Yazımı da Mor ve Ötesi'nin belki gay, Ateist, Atatürk'ü sevmeyen bateristinin güzel bir sözüyle bitiriyorum:

"Bize akıllı ol akıllı, diyenlere karşılık verecek bir deli her mahallede bulunur..."

Ceviz Ağacı


Başım köpük köpük bulut,
İçim dışım deniz,
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
Budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril.
Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil

yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var,
Yüz bin elle dokunurum sana, Istanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir.Şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, Istanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.


Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında...


Nazım Hikmet

23 Haziran 2009

Adsızlığa Son


Son birkaç haftadır bazı blogların yorumlarında rastladığım ortamı germekten başka bir işe yaramayan "Adsız"lardan bıktım. Tamam elbette doğru düzgün yorum yapmasına rağmen isim bildirmek istemeyen yada OpenID, Google vb. hesap almayı gereksiz bulan kişiler de mevcut ama benim gördüğüm kadarıyla "Adsız" olarak yorum yapanların çoğu geyiğine, yazarla dalga geçme amaçlı yorum yapıyor. Buna daha önce burada da rastlamıştım bu günde ona yakın birşeyler gördüm. Bundan sonra yorumlar "Sadece kayıtlı kullanıcılar"a açıktır.

Allah Belanızı Versin


Ben kimim? Ahlak bekçisi mi? Hayır, alakam olduğu söylenemez. Ama izlerken deli oluyorum şu programı. Ufacık çocukları para kazanma aracı yapan zihniyetten tiksiniyorum artık. Televizyonda gördükçe aklıma başka birşey söylemek gelmiyor: Allah belanızı versin.

22 Haziran 2009

Google'da İnsan


Bu insanlık bu hale de mi düşecekti?Google'ın bile diline düştü insan soyu... Google Görsel Arama Motoru'na "insan" yazınca, gelen resimler "bindik bi alamete gedeyoz kıyamete" yi özetliyor...İşte google'in insanlık anlayışı...

21 Haziran 2009

İşte O, Benim!.. # 1

Karnelerle birlikte başlayan yaz tatili için ufak çaplı bir tatil planımız vardı maaile...Bu akşam oradan döndüm ve oturup düşündüm.Yorgun olduğum için, halim kalmadığından bir şeyler yapmaya, uzanıverdim ve sadece düşündüm.O an için, ne yeni üzerimden geçen aşk, ne yaz boyunca ufak çaplıları saymazsak tatil yapamayacağım kabusu, ne çok yakın bir arkadaşımın kardeşinin sağlık sorunu, ne cep telefonumun olmayışı, ne günlerdir bana bakan ve birkaç sayfa da olsa okumamı isteyen kitabım, benim için önemli değildi...O an sadece ben vardım.Ben, kendim ve benliğim...Peki ama kimdim ben?Yolda postaları yavaşça yürüyerek dağıtan ve yıllarca ana okulu şarkılarına konu olmuş postacıdan, tam karşımızdaki evde oturan daha doğrusu oturmayıp gün boyu oynayan çocuktan, köşedeki suratsız, nemrut ve her zaman herkese bi iyi günleri bir hoşgeldinizi fazla gören şişmanca amcadan, sağda solda vakit öldürüp tüm gününü arkadaşlarıyla takılarak geçiren karşıdaki abiden, ya da en basittinden şu an bu yazıyı okuyan "sen"den farkım neydi benim?Yani kısacası beni diğer insanlardan ayıran neydi?İşte buradan yola çıkarak birkaç bölümlük bir yazı dizisi planladım...

Şöyle bir bakınca kendime, gördüm kendimi...Bir ara merakımdan hayli araştırdığım ruhun bedenden ayrılması olayı var ya, sanki öyle!Gördüm kendim, beni, ve benliğimi...Kim olduğumu anladım ve hiç başlamadan biten depresif hareketlerime son vermenin sevinciyle yemeğe oturdum...

Hani bilirsiniz, böyle hemen hemen her sınıfta çıkar benim gibilerden muhakkak bir tane...Şu sınıfın en önünde oturan, hoca ders anlatırken arkadaşlarıyla konuşmasına rağmen hoca dönüp baktığında asla suçlu çıkmayan, hiç ders çalışmamasına rağmen yazılılardan kazıklar hariç asla 4 almayan, herkesin inek zannettiği ama aslında hayatın tadında, her aradığınızda eğlence peşinde, zaman zaman depresif, zaman zaman Polyanna ama her zaman çok iyi bir dost, asla kopya vermeyen, ara sıra çeken, herhangi bir sınıfta okul değiştirmiş ve yeni arkadaş ortamında kız tavlamak için uzunca bir süre cool takılmış, çoğu zaman havalı, ara sıra kendini beğenmiş, çekilmez ama genellikle uyumsuz, asi!İşte o, benim!..

Sokakta hiç tanımadığı biri bile olsa, haksızlığa uğradığında asla göz yumamayan, kime olursa olsun, buna öğretmenleri, ailesi, hatta okul müdürü de dahil olmak üzere, kendi haklıysa karşı çıkabilen, konuyla hiç alakası olmamasına karşın, mutlaka her tartışmanın içinde, hiçbir zaman torpil almamış, vermemiş ama babasının lanet olsaı bi koltuğa sahip olması nedniyle sürekli "torpilli" diye anılmış ve her torpilli diyene bağırmış çağırmış, ama asla onları ikna edememiş, sürekli dostlarına yardım etmeye çalışan, işine yarayabilecek tüm hukuki kuralları bilen, birinin kendisine bağırmasına karşın, onunla bağrışmak yerine onu cuk oturtan sözler sarf etmeyi seven, asla kavgadan yana olmamaına ve kavga yandaşlarıyla görüşmemesine karşın, gerekirse ve damarına basılırsa kavga da çıkartabilecek olan, bugüne kadar gerek okulda gerekse oturduğu yerde hep uslu çocuk olarak bilinen ama yakın arkadaşlarınında bildiği üzere aslı öyle olmayan, bu hukuki bilgilerinden dolayı hocaları tarafından asla bağrılmayan, asla dövülmeyen, eğer böyle bir durum olursa ailesini hiç karıştırmadan gerekirse müdüre gözünü kırpadan dilekçe verebilcek kadar cesur, ama çoğu zaman bu asiliğinden ve hiçbir olaya kayıtsız kalamayışından kaybdene ve sonunda suçlu çıkan!İşte o, benim!

Çocukluğundan beri ok az futbol oynadığından memnun, spor olarak sürekli basketbol oynadığından boyu fazla uzun, aynı zamanda futbol oynamadığı için kambur olmaması gerekirken, alışkanlık olarak eğik yürüdüğünden az da olsa kamburu çıkmış, kendini "dolu başak eğilir" sözüyle avutmaya çalışan, ama babasının da kendisiyle "boş çuval dik durmaz" diye dalga geçtiği, sosyal bilgiler öğretmeni ve sınıftan yakın bir arkadaşının annesi olan öğretmen tarafından "dik dur" diye diretilip, beceremdiği görülünce "kızlar seni beğenmez bak" diye damardan giriş yapılıp alıştırılmaya çalışılmış ve kızların kendisi böyle de beğenmesi üzerine -ukalayım ben- bu konuda diretmeyi bırakmış ve muhtemelen 40 yaşına gelmeden kamburu çıkacak olan, bu sene voleybola sarmasına ve gayet de güzel becermesine rağmen -ukalayım demiştim- okul takımına girmek için olan seçmeleri kaçıran ama tanrının bir lütfu olmak üzere sonradan voleybol oynayışı görülmüş ve takıma çağrılmış olmasına rağmen salaklığından "vaktim yok" diye geçiştirmiş, kısacası sporda başarılı sayılmasına rağmen, bedensel olarak müthiş olmayan bir görünüme sahip!İşte o, benim!

MP4'ünü yasak olmasına rağmen okul da dahil olmak üzere hiçbir yerde yanından ayırmayan ve müdür kontrole geldiğinde "kulaklıksız" diye flash bellek gibi davranan ve ne güzeldir ki hiç elinden alınmamış, bilgisayarla ilk tanıştığı yıl olan 2001'den beri bir yaz dönemi hariç asla oyun oynamamış ve bu nedenle, ailesi bilgisayarı odasına taşırken bir kere bile düşünmemiş, cep telefonu diye yıllardır diretmesine rağmen ailesi pek bir profesörleri dinlediğinden ve yanlış olduğunu bildiğinden ona telefon almamış, MP4'ünü de, dersanenin ilk 3'Ünde olduğundan seneye buraya gelmem gibi insafsızca bir blöf yaparak almış, DVD-VCD koleksiyonu dosyalarını bilgisayarın gizli köşelerine saklamış, adını da önce ingilizce sonra da "emoca" yapmış, kitaplarını da dolabının en üstüne saklamış ve onlara çok iyi bakan, aslında küçükken avukat olmasına karşın, derin bilgisayar tutkusundan şimdilerde bilgisayar müdendisi olmak isteyen, tüm bu teknolojiye karşı hiçbir zaman yoğun bir televizyon tutkusu olmamış, ama gençlik dizilerini de asla kaçırmayan!İşte o, benim!
...

Yazı dizisinin bir sonraki bölümünde görüşmek üzere...

20 Haziran 2009

Geniş Aile


Hoş dizi olacak gibi görünüyor. Umarım benim sevdiğim tüm yaz dizileri gibi 5 bölümde yayından kaldırılmaz. Çarşamba akşamları Avrupa Yakası'nın komedideki yerini tutacak gibi. izleyip görelim. :)

İlk Bölümden Sonra Beklenmeyen Kahkahalar


İlk bölümden sonra yazdıklarım pek de uzak değildir bu posta. Birkaç sayfa geridedir anca. ( :P)
İlk bölümden sonra hiç beklemediğim şekilde geliştirmişler kendilerini mükemmel skeçler var cidden. 2. bölümdeki Bitirimhane ve Erciyes'in oynamadığı Malikhane cidden çok iyiydi. Bir de Hastahane vardı ki onun sonu yardı cidden. "Dünya'ya kazık kakıcam, miras olarak da o kazığı bırakıcam size." ( :D)
Bu akşam yeni bölüm var, merakla bekliyordum. Ama izleyemeyeceğim büyük ihtimalle, akşam halı saha maçı gibi bir plan varmış. Olsun yarın sabah seyrederiz. Esprinin, gülmenin zamanı mı var.

Şehrime Dönüş


İşte yine İzmir'deyim. "Şehrim" dediğim yerdeyim. sabahın köründe varınca şehre biraz dinlenmeye çekilmek gerekti, bir de bel ağrıları tutunca çıkamadım. Yarın da Pazar zaten yarını da burada geçiririm, sonra gezentiliğim tutacak. Muhteşem bir tatil beni bekliyor, umarım sizi de. İyi tatiller, bilgisayar bulabildiğim sürece buradayım yine ben. :) Üstelik genellikle dayımın bakkalında olacağım için son moda abur cuburlarla ilgili sık sık yazacağım birşeyler. Acıkın bu sıcak yaz aylarında... ( :D)

Türkiye'de Yıldızlar Karması


Türkiye'nin açık ara en iyi mizah yayını olma yolunda ilerleyen Fotospor elime geçti dün. Ben de Fenerbahçe ve Galatasaray'a gelmesi beklenen hepsi de tekliflere balıklama atlamış (!) oyuncuları yazdım bir kenara. Dün yayınlamak isterdim, fırsat omadı. Buyrun bakalım:
Galatasaray: Luca Toni, Van Nistelroy, Ryan Babel, Van Der Vaart, Sneijder, Huntelaar, Senderos, Ediz (Ankaraspor), Oliveira, Halil Altıntop, Martin Cacares, Gudjohnsen, Coloccini, Owen, Volkan şen (Bursaspor), Dos Santos, Oleguer, Melberg, Madure (Valencia)
Fenerbahçe: Klose, Pizarro, Kissling, Kuranyi, Shevchenko, Poulsen, Sercan Yıldırım, Lucio, Diarra (Real Madrid), Simplicio, Juan, Naldo, Geramel, Cordoba, Capbell, Halil Altıntop
Arada TRT'nin spor bültenlerine girecek kadar ciddi isimler var. Ama günde 10'u aşkın isim sallarken birileri de tutsun değil mi?

19 Haziran 2009

İzleyiciyi Markadan Soğutan Reklamlar #8



Bir tek bunu buldum aceleyle. Ama Selim reklamlarının hepsi birbirinden felaket...

"Ben Bugün" Yalın Dinliyorum...

Aslında müzik zevkimin genelini rock oluşturur ama, Ceza fanı olduğumu da eklemeliyim...Bu ne saçmalık diye sorarsanız da öyle işte, ortaya karışık yaşayanlardanım ben...Kafama estikçe dinlediğim müzik tarzı değişiveriyor hemen...Rock, rap, pop, jazz, R&B her şey mümkün bu kulak için...Dinlediğim ve şu ara en çok sevdiğim albümlerden biri de Yalın'ın son albümü...14 Mayıs'ta çıkan "Ben Bugün" adlı albümde öylesine şarkılar var ki; hem gayet klasik çok marjinal değil ama aynı derecede de orijinal...Nasıl olduğunu ben de anlamıyorum...Bize alıp dinlemek kalıyor açıkçası...

Özellikle ilk kez "Haydi Gel Bizimle Ol" programında tanıttığı "Alışmak Zorundayım" şarkısı gerek sözleriyle, gerekse içe işleyen müziği ve Yalın'ın yorumuyla bambaşka bir tat bıraktı bende...Yıllar boyunca bir çok kez dinlediğimiz monoton aşk şarkısı sözlerinin dışında anlamlarla ve sözlerle dinleyiciye güzel bir ziyafet çektiren şarkı, melodisinde gerek arada kullanılan ensturumanlar olsun, gerekse şarkının ana temasında kullanılanlar olsun, çok iyi olmuş...Bu yazıyı yazarken de dinlediğimi söylemeyi de ihmal etmiyorum tabii...

Daha sonra da albümün çıkış parçası olan "Ah Be Kardeşim" gerçekten son günlerde dinlediğim en iyi şarkılardan biri...Albümün genel olarak sözleri gerçekten üzerinde düşünlmüş ve güzel yerleştirilmiş sözler...Bu şarkı için de aynı şey söylenebilir...Tek beni rahatsız eden olay, 3'lü kıtalar...Aslında bunun beni rahatsız etmesinin nedeni yanlış oluşu değil, sadece benim alışık olmamam...Ama bu yine de bu güzel şarkıyı dinlememe engel değil...

Bu ara pek bir müzik dinler oldum, bu yüzden bu ara bu konularda çok yazı okuyacaksınız benden, hazırlıklı olun...Son olarak bu ara en çok dinlediğim şarkılardan bir demetle bitireyim yazımı...

* Alışmak Zorundayım - Yalın
* Ah Be Kardeşim - Yalın
* Nothing Else Matters - Metallica (Pek sevmem grubu, ama neden dinlediğimi de bi başka yazıda açıklarım)
* Bilmece - Işın Karaca
* Çoban Yıldızı - Teoman

Büyük Final ve Sezon Değerlendirmesi


Muhteşem bir finaldi dünki kesinlikle. Önümüze her bir ucunda bir avuç bok bulunan 4 uçlu bir değnek koymuş senaristler. Şu an değneğin tam ortasındayız gelecek sezonun ilk bölümünde bir uca atlayacağız. İhtimalleri değerlendirelim.

Bihter'le Behlül'ü kim gördü? Matmazel, Firdevs, Beşir, Nihal dörtlüsünden biri. Ya da bir kedi :). Matmazel'in görme ihtimali az gibi geliyor. Sonuçta evle vedalaşıyordu, taa seraya kadar gitmesi için biraz zaman gerekir. Her şeyi tek tek okşayıp anılara daldığını düşünürsek.

Nihal'in görme ihtimali de az geliyor. Sonuçta bu yasak aşkın bir müddet daha devam etmesi gerekir, diziyi hemen bitirmek istemiyorlarsa (Öyle bir amaçları olduğunu da hiç sanmıyorum). Nihal görürse eğer babasına söylemesi fazla gecikmez.

Firdevs oraya en hızlı ulaşan olabilirdi dörtlüden. Ama verdiği tepki, pek ona yakışmıyor. Zaten tahminden öte ne yapacağını bilerek oraya gidiyordu. O kadar şoka uğramış olması normal değil. Bihter açısından en iyisi Firdevs'in görmesi aslında ama imkan pek yok gibi.

Beşir en büyük ihtimal. Tamam daha önceden de gördü ikisini öpüşürken falan ama zaten salağın teki. Kafası falan da çok karışık zaten, Nihal'i Behlül'le görüp durmaktan usandı malım benim. O görecek gibi duruyor. Ve sezonun ortalarına kadar susup sonra Adnan'la konuşabilir.

Sezon finalinde ilgimi çeken birşey de şu oldu. Çoğu Türk dizisinde sadece aşkla ilgili çarpıcı bir final yapmakla yetinilmezdi. Yanına kaza, bayılma falan ölüm tehlikesi içeren şeyler koyarlardı. Aşk-ı Memnu sadece aşk üzerine bir final yapıp bu sezonun yerli-yabancı en iyi finalini yapmış (:P).

Sezon Değerlendirmesi

Burada sezonun kısa kısa karakter değrlendirmelerini yapalım. Bakalım kimden ne kadar hoşnutum?

Bihter: Bihter'in hafif kıskanç, ihanet edebilen ama gururlu karakteri Beren Saat'in mükemmel oyunculuğuyla birleşince mükemmel olmuş. Diziyi Beren Saat için seyredenlerin çoğu sonunda tam bir Bihter hayranı oldular. Bu sadece güzellikle alakalı değil.

Behlül: Kıvanç Tatlıtuğ'un yakışıklılığıyla ülkedeki bütün 35 yaş üstü kadınları kendine hayran bırakması bir yana Behlül de gelişme gösterdi dizinin başından itibaren ve takdirimi kazandı. Dizinin başında kendi keyfinin kahyası olan Behlül dizinin sonuna doğru aşkının peşine düşüyor. Ama hain de olmuyor. Amcasına tamamen arkasını dönüp gidemiyor. Artımı aldı benim.

Adnan: Hiçbir şeyden haberi olmadığından melek görüntüsü çizdi. Aile babası, herkesi koruyup kolayan, düşünceli, gerektiğinde düşmanına çok ağır darbe indirebilen vesaire vesaire... Kimsenin olumsuz tepkisini almadı sezon boyunca.

Nihal: Depresyonik Prenses dizide bana en çok "Offfff!" dedirten karakter oldu. Özellikle sezon başındaki durumu diziyi çekilmez hale getirecek gibi duruyordu. Sonradan toparladı. Sezon finalinin 15 dakikasında falan yine saçmaladı (bayılmasından akşam Behlül'le çıkmasına kadar olan tahmini süre :D). Şöyle böyle bir sezon geçirdi. Hazal Kaya da karakteri sezonun ortasına doğru tam oturttu. Bir aferin gelsin ona benden ( :P).

Firdevs: Sezonun en baskılı karakteriydi. Diğer herkesin öylesine de olmuş boş bir iki lafı vardı ama Firdevs hiçbir lafı hiçbir bakışı boş değildi. Nebahat Çehre'nin oyunculuğunda iyice göze batan Firdevs bir yandan da yaşına rağmen giydikleriyle annemiş çatlatmayı başardı.

Matmazel: En çok rastladığımız dadı tipinin çok iyi bir temsilcisi olan Matmazel sezonun tamamında sevebildiğim nadir karakterlerdendi. Evden ayrılma kararı yıktı beni. Şahit olacağı daha çok pislik vardı halbuki.

Bülent-Elif: İkisi hakkında da kısa şeyler yazacağım da Bülent, aşık olduğu manken Elif'le bir arada dursun bakalım. Bülent şımarığın teki. Ablasının arkadaşlarından, Bihter'e kadar herkese asılıyor. Yılbaşı bölümünde Behlül'ün peşinde hediye diye koşup durması da berbattı.
Elif'se haketmediği halde üzülen bir karakter. Kendisine Bülent'le mutluluklar diliyorum. :)

Nihat-Peyker: Nihat babasıyla karısının ailesi arasında kaldığında gitgide hırçınlaşıyor. Yaşadığı hayattan memnun değil, memnun olmasına da bir sebep yok zaten. Sevemedim bir türlü, fazla somurtkan.
Peyker'se herşeye rağmen gülebilmesiyle dizide en sevdiğim karakterlerden biri oldu. En son Star'ın saçma bir dizisinde saçma bir karakterde hatırladığım Nur Aysan'da takdirimi kazandı.

Hilmi: Ne tam bir kötü karakter oldu ne de torununu kucağına aldıktan sonra yarı yarıya yumuşayan bir kötü. Ortalarda gidip geldi, en sonunda Ziyagil Holding'e verdiği ayar mükemmeldi. Yine de pek sevmedim. Ortalarda bir karakter.

Çalışanlar: Rana Cabbar'ın oynadığı Süleyman dışındaki karakterlerin hiçbirini sevmedim. Çok gıcıktılar.

Yeni sezonu merakla bekliyoruz. Umarız yasak aşkın gizliliğini bozan biri değildir o vazoyu kıran...

18 Haziran 2009

Melez Prens'den Güzel Posterler



Harry potter ve Melez prens'le ilgili çıkan son posterler iyilere ve kötülere özel. Ben ok beğendim. Kaynak: Sihir Başlasın.

Büyüksün Be!


Sadece Liverpool'da forma giyebilmiş olmak için 33 yaşında futbolu bırakmayı düşünmek. Bazılarına garip geliyor hem Beşiktaş'ı hem de Liverpool'u bu kadar sevebilmem. Beşiktaş sevgisi hadi ailevi sebeplerden geldi. Ama Liverpool sevgisinin tek kaynağı bu adamdı. Asla da değişmeyecek bir kaynak. Çoğu forumun spor bölümünde en iyi futbolcu anketleri açılır. Gerard şıklarda bile yoktur ve ben her zaman "Diğer" şıkkını işaretlerim bu yüzden. Şaşırıyor musunuz? Ne yapabilirim ki bu adam bir ilah artık. Büyüksün be Gerard. Sayende futbolu sevdim, Liverpool'u sevdim. Eğer sözleşmen bittiğinde Liverpool sana yeni bir sözleşme önermezse Dünya'daki tüm Liverpool taraftarıyla birlikte kulüp binasını ateşe veririz.

Haberi Sportif Cümleler'de okudum. Yine oradan okuduğum bir sözle bitireyim:
Futbol bir takım oyunuysa Dünya'nın en iyi futbolcusu Gerard'dır.

17 Haziran 2009

Uslu Dur


Alalı nerden baksan bir ay olmuştu ama izlememiştim. Pazar günü sıkıntıdan film ararken buldum. Keşke daha önce izleşeymişim ne film yapmışlar yahu. Rob Schineider harikalar yaratmış.

Film, dolandırıcılıktan 3 yıl ceza alan ama rüşvetle bu cezayı 6 ay sonra çekmeye başlaması karar verilen Stan'in o 6 ayı ve hapishanedeki yaşamını konu alıyor. Stan hapishanede başına gelebilecek olası şeyleri öğrendikten sonra kendisine yardım edecek bir hoca bulur ve hapse girme zamanı geldiğinde bambaşka bir adam olarak çıkar karşımıza. Sonra da klasik bir Amerikan -film- hapishanesini bambaşka bir yer haline getirir.

Filmin flasbackler dışında bir kusuru yok. Oyunculuklar, hikaye, kurgu, yönetim herşey mükemmel. Özellikle sonunu çok güzel bağlamışlardı. Mutlaka izleyin diyorum.

16 Haziran 2009

CSI: NY


Cnbc-e'deki bölümleri tek tük izlerken sardı, "Hadi indireyim" dedim. 1. sezonu indirdim, başladım ama günde bir bölümden fazlası izlenebilecek dizi değil. Bir bölümünü izlerken bile kafası karışıyor insanın. Zaten indirdiğim sürüme uygun Türkçe altyazı da yok çoğu bölümde. Bakacağız artık. Dizi sırf Stella için takip edilir yalnız. Çok karizma hatun.

15 Haziran 2009

Bu Adamlar Bizle Dalga Geçiyorlar


İbrahim Kutluay? Hani bildiğimiz 2. lig takımında oynayan, milli takıma seçilemeyen İbo'dan bahsediyoruz değil mi? Tamam ben bu adama karşı ön yargılıyım da bu biraz(!) abartı olmamış mı?


onur mert perveroğlu

Kobe hater diye buna diyoruz galiba? Hidayet de Jerry West'di değil mi?

sühan cem uçsoy

İnsan ancak elindeki bilgilerle eleştiri yapabilir. Ama onun gibi gerizekalılar bunu bilmiyor.

14 Haziran 2009

Ayna


Türk televizyonlarındaki en iyi yerli belgesel diyorlar Ayna'ya. Bir "en" bulmak için zorlamış da zorlamışlar gerçi ama Ayna'nın kalitesi tartışılamaz bile. Dünya'nın 4 bir tarafından yayın aypıyorlar Afrika'dan izlanda'ya değin nereyi anlatsalar içimde gitme isteği uyanıyor. Düzenli olarak izlemiyorum ama Pazar sabahları rastlıyorum sık sık. Müthiş zevkli oluyor. Reykjavik'i görünce "Daha güzel bir yer olamaz" demiştim bu gün Brezilya programını izleyince ihtimalleri gözden geçirmeye başladım. İguasu şelalaeri o kadar muhteşemmiş ki. Hemen araştırmaya başladım. Bölümleri web sitesinden seyredebiliyorsunuz sanırım. Arada can sıkıntısında bakmalaık tam da. Özellikle Brezilya'yı mutlaka izleyin derim ben.

Hasan


2002 Dünya Kupası futbolu doğru düzgün takip etmeye başladığım organizasyondu. Hasa Şaş'sa o organizasyonun bizim adımıza en iyi 2 adamından biriydi. Galatasaraylı olması umrumda değildi, sonuçta milli takım için onca şey yapmıştı. Sonra değeri düştü, düştü. 3 yıl önceki Galatasaray'ın şampiyonluğunda nasıl ağladığını görenler için o hep aynı Hasan'dı halbuki. Sevilmedi, kendini sevdirmek için şaklabanlık yapmadı. Büyük adamdı. Futbolu Galatasaray forması altında bıraktı. Birkaç yıldır pek görünmüyordun zaten ama yine de seni özleyeceğiz be Hasan.

Akşama Mutfak Eğlencesi


-E abi ne ki yani 22 adam bi topun peşinden-
-Ya n'olcaktı? 22 top bi adamın peşinden mi?

Seyretmek lazım.

13 Haziran 2009

İzleyiciyi Markadan Soğutan Reklamlar #7



Dizüstünden ik kişi Fifa oynamak dahice...

12 Haziran 2009

Karne? Yok Yok Yok!

Bu gün karneleri dağıttılar. 4 aylık tatilden önce okulla ilgili insanı heyecanlandıran okulla bağıntlı son şeydi o karneler. Özellikle bizim okuldaki hocaların e-okul'a notları girmek için Veli Bilgilendirme Sistemi'nin kapalı olduğu haftayı tercih etmesi notlarımızı bilmememize yol açmıştı. Hoş çoğu yazılı sonucumuzu biliyorduk zaten, ne ortalama getirebileceğimizi tahmin edebiliyorduk, önemli birşey değildi bu. Ama karne alımı sırasında gayet ilginç bir olay yaşadım.

Birinci ve ikinci dönemin başlarında birer kitap almıştım okul kütüphanesinden. Güzel kitaplardı ikisi de unutmuşum geri götürmeyi. Bu gün karne vermedi okul yönetimi bu tip kitap eksiği, eğitime katkı payı eksiği olan öğrencilere falan. Ben de nasbimi aldım bundan. Notlarımı falan herşeyimi biliyorum da ne karnemi ne de teşekkür belgemi eve getirmeme izin vermiyorlar. İlginç bir uygulama cidden. Kütüphaneye uğrayan yok biz oradaki kitapları çok sevdik diye suçlu ilan ediliyoruz. Bir şikayetim yok gerçi. Eve sadece onur belgesiyle döndüm. Ne serviste ot karşılaştırmalar ne anneye 3'lerin hesabını verme. Hoş bir değişiklik oldu cidden. Herkese tavsiye ederim cidden.

Postu Savaş Oyunu'ndan bir repliği duruma uyarlayarak bitirelim:
-Karne?
-Yok Yok Yok!

Herkese iyi tatiller...

İzleyiciyi Markadan Soğutan Reklamlar #6



İlki şöyle böyleydi ama bu berbat be...

Bütün sene, bunun için miydi?


Bugün özel ve güzel bir gün... Şöyle bir düşününce, en azından okula gidenler, farkedecektir ki; bugün ne Isparta'nın kurtuluşu, ne Çemizgezeksporun kuruluş tarihi, ne de dünya kedi gibi miyavlayan köpekleri koruma günü... Bugün naçizane tüm gücümüzle uğraşıp, aldığımız notların en azından resmiyette takdir edildiği gün...Bugün okul kapandı, ve kocaman bir yaz tatili başladı...Ama bize yine biraz erken geldi o yaz denilen güzel mevsim... Çünkü ben, bu sene ki sınav stresini okul kapanmadan bir hafta önce yaşadığımdan için, pek bir rahattım zaten...Pek heyecanlı da değildim bugün için.Şu e-okul denilen teknolojinin son ürünü site sayesinde, en az 2 hafta önceden notlarımız belliydi.Pek bir sorunsuz ve hafif geçti bugün...Hafif demişken, koca koca çantalardan kurtulmuş olmanın hafifliği de ayrı mevzu tabi... (bkz : Mehmet'in bu konuyla ilgili yazısı)

Koca sene uğraşıp, tüm emeklerimizle ilmek ilmek işlediğimiz karnemiz bugün elimizde.Hatta şu an benim elimde duruyor... Peki, biz bunu atlattık... Şimdi iş sırası kimde? Tabi ki annelerimizde ve balarımızda...

Ne demek olduğunu şöyle açıklayayım.Bugün biz bütün notlarımızı öğrendik, daha doğrusu resmi olarak öğrendik.Tamam da bu notlar yaz boyu durduğu yerde duracak değil ya!Elbette birileri bununla övünecek...

- Anne karne aldım ... !

- Aferin sana evladım, nasıl?

- Hepsi 5 ... ! (Aslında 3'tür ama 3,5'tan 5 düşmüş gibi yapılır)

- Ooo, öylemi?! (Az önce söyledim ya, öyle işte) Hemen koç Melahat ablana...

- Melahat Hanım'cığım benim oğlan karne aldı, ya karne 5'lerle dolu maşallah...

Melahat Hanım kızının karnesini, boynunu büküp eline alır ve o her zaman karşılıklı olunca inanılmaz diyaloglara mekan olan balkonundan, televizyonda İzdivaç açık olan ve yerde de patates kabukları bulunan, oturma odasına girer...

Saçmalık!.. Kardeşim, not benim, çalışma benim! Tamam belki seninde katkın var ama bunu cümle aleme duyurmaya ne gerek var şimdi?Ya da babalarımız mesela... İlla oğullarıyla ya da kızlarıyla hava atmayı pek severler...

- Baba karne aldım ... !

- Aferin prensesime, nasılmış bakalım?

- Hepsi 5 ! (Aradaki 4'lerden hiç bahsetmiyorum)

- Oho oh oh!Pek güzel...

Baba, koşarak, içeride okey seslerinin, çay şıngırdamalarının hiç bir zaman kesilmediği kahvehaneye gelir...

- Eeee, bugünde Cuma...

- Namaza gittin bari?

- Gittim gittim, o değil de...

- Eee, ne peki?

- Okullarda kapandı de mi?

- Eee?

- Nasıl seninkinin karnesi? Bizimki 5'lerle dolu da... (Yüzündeki gülümsemeye hiç ara vermeden)

Adamın yüzü kızarır.Aklına unutmaya çalıştığı çocuğunun 3'lerle dolu karnesi gelir...Yavaş ve sakince yerinden kalkar, kahvenin o sigara dumanının oluşturduğu sisten ayrılarak yeşil halıdan yavaşça yol alıp, eskimiş kapı kulpunu tutarken yüreği hala sızlamaktadır... İçindeki ah çocuğum ah sesleri, akşam gelecek olan bir felaketin sessizliğidir, ya da öncüsü...

Ama saçmalıktır hepsinin yaptığı!Çocuğunu diğerleriyle karşılaştırmak, sürekli ona katı kurallar uygulamak, onun için yapılabilecek en kötü şeydir.Ama şimdi ben ne derseme diyeyim, boynu büküklerle, burnu havadalar, bugünlerde de tavan yapacak...

Bize de, bu karmaşada kendimize bir karne hediyesi aldırmak düşüyor... Yeri gemişken; bütün sene çalıştık, bunun karşılığı elimize bir küçük belgeyle -hatta belki o bile olmadan- üzerinde bir sürü saçma rakamın yer aldığı, bir kaç tane kelimeden oluşan tatil önerileri ve imzalarla dolu, bir A4 kağıt mı?

Vazgeçtim lan, okumuyorum ben ... ! =)

11 Haziran 2009

Yaş 35...


Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.

Matthew Fox'tan 6. Sezon İle İlgili Bazı Açıklamalar


Matthew Fox kendisiyle yapılan röpörtajda, fanlar tarafından da çok tartışılan dizinin sonunu bildiği konusuna en sonunda bir açıklık getirdi ve Lost'un büyük finalini bildiğini söyledi.

Fox, Jack ve John karakterlerinin son sezonda başa baş gidebileceklerini belirtti.

6. sezonun açılış sahnesinin 5.sezon finalinde olanları açıklayacağını ve bunun izleicileri hem çok şaşırtacağını hem de kafalarını karıştıracağını söyledi.

Altıncı sezonun ilk 4-5 bölümü içerisinde zaman farklılıkları tek bir noktada birleşecek ve bu noktadan sonra flashback olmayacak.

Ayrıca Fox, dizinin büyük finali ile ilgili, dizinin yapımcısı Damon Lindelof'la sık sık sohbet ettiklerini ve her konuşmalarında oldukça "hareketli bir izlenim" hissetiğini söyledi. Aktörün bu konuda kullandığı diğer sıfatlar ise birbiri ile tezatlık oluşturan sözcükler. Bunlar; güzel, kurtarıcı, üzücü ve mükemmel.

Büyük ihtimal Black Rock zamanına gidicekler ve bu sayede Jacob'la ilgili bol bol yeni şeyler öğrenebileceğiz. Jack'le John baş başa gidicek demiş ama hangi John? Zaman farklılıklarının ortadan kalkacağı için gerçektek çok mutlu oldum. Sıkılmıştım bi' o zaman bi' bu zaman. Dizinin mutlu sonla biticeğini hiçbir zaman düşünmedim açıkçası ama kötü bir son olucaksa herkes için kötü son olsun.

İzleyiciyi Markadan Soğutan Reklamlar #5

Kahramanlar #1

Hani bazı karakterler vardır da sıkan, bayan, saçmalayan bir diziyi seyretmek için sebep oluşturur bizlere. İşte bu seride hangi diziyi kim kurtarıyor bence, kimin için dizi izliyorum bir görelim.
Başlangıç için ideal bir karakter...

10 Haziran 2009

Lost'un Emmy Adayları



LOST, Emmy adayların açıkladı. Bakalım adaylar arasından hangileri asıl adaylığa yükselicek?


Outstanding Drama
LOST



Supporting Actress
Elizabeth Mitchell
Yunjin Kim
Rebecca Mader


Supporting Actor
Josh Holloway
Michael Emerson
Jeremy Davies
Jorge Garcia
Ken Leung
Henry Ian Cusick
Naveen Andrews
Danie Dae Kim


Outstanding Writing
"The Incident" - Carlton Cuse, Damon Lindelof
"The Variable" - Adam Horowitz, Edward Kitsis
"Some Like It Hoth" - Greggory Nations, Melinda Hsu Taylor


Outstanding Direction
"The Incident" - Jack Bender
"316" Stephen Williams

Lead Actor
Matthew Fox

Lead Actress
Evangeline Lilly


Guest Actor
Alan Dale - Charles Widmore
Sterling Beaumon - Young Ben Linus
Lance Reddick - Matthew Abbadon



Terry O'Quinn'in olmaması şaşırtıcı.Bu adaylar arasında Elizabeth Mitchell, Josh Holloway ve Michael Emerson kesinlikle finale kalmalı. Liz ve Josh bu sezon muhteşemdiler, özellikle sezon finalinde. Michael harika oyunculuğuna devam etti, ona denilebilcek fazla bir şey yok zaten.

Yüzüm Umuttur ... !

TOÇEV'in projesi olan "Yüzüm Umuttur" kampayasını pek bir sevdim.Zaten amatör olarak fotoğraf çekmeye bayılan biri olarak içinde fotoğraf olan her etkinliği ilgi gösteririm.Hele ki, böylesine güzel bir amaç içinse, ayrı bir ilgi gösteriyorum...

Zaten Okan Bayülgen'i, pek bir severim ben.Yıllardır, cıvımayan ama sürekli kendini yenileyen talk showuyla da hayli hayran oldum kendisine.Bir de şu inanılmaz cool takılan tavırlarındaki kaybolmayan samimiyeti görünce jön olarak seçtim kendisini.Çok kültürlü olduğunu yaptığı her konuşmada kendini beğenmişlik yapmadan belli eden tavırları gerekçesiyle de, iyice tanıdım onu.Hele ki bir de fotoğraf çektiğini öğrenince, iyice hayran oldum...Bu etkinliğin içindeki fotoğrafları da çok hoşuma gitti.

Zekice kadraja sığdırdığı inanılmaz duygular pek güzel yansımış fotoğraf karelerine...

Okan Bayülgen'in en sevdiğim fotoğraflarından biri...


Bu fotoğraf da Tahsin Aydoğmuş'un objektifinden, çok güzel bir kare...

Kampanya'nın en beğendiğim fotoğrafını iste Tamer Yılmaz yansıtmış objektifine...

Gözetlemek ve İzlemek


İşte aramızdaki fark bu!Avrupalı insanlar ile, Türklerin arasındaki o derin uçurum, o her yerde göze çarpan detay bu...Tam manasıyla biz izliyoruz, onlar gözetliyor...

"Hadi be, bak şurdakine pas ver, hadi, kaleye, Allah senin belanı versin ! "

İzlemek böyle bir şey.İzlediğinin farkındasın.İnsan öyle oturup saatler boyunca hareketsizce bir şeylere bakamaz ki!İzlerken o andaki duygularını, düşüncelerini ve önerilerini(!) ne kadar aptal ya da ne kadar tecrübesizce olduğunu önemsemeden atıverirsin dudaklarının arasından.Hiç düşünür müsün ki; bak bu adamlar yıllardır bu işi yapıyor benden iyi bilirler, gidecekleri yönü, verecekleri pası...

Ya da herhangi bir gösteriyi izleriz mesela.Birileri çıkar, herhangi bir şeyi sunarlar bize.Belki bir keman resitali ya da dans gösterisi, en azından bir şiir okurlar belki.Biz o anda içimizden ne geliyorsa onu yaparız.Şiir okunurken arkadaki müziğe uygun olacak şekilde bir tempoyla çakmak sallarız, dans gösterisi varsa ellerimizi çırparak ritm tutarız.Hiç olmadı, keman resitalinde, sanki kemandan ses çıkmıyormuş gibi, şarkıyı anlar anlamaz hemen müziğini mırıldınmaya başlarız... Ama işin en güzel yanı bunları düşünmeden, o anda içimizden geldiği için, belki de bir Türk refleksi olarak yaparız...

Bir de şu moral vermelerimiz vardır ki, takdire şaayan! Herhangi biri çıkar, başlar bir şeyler yapmaya.Sonra bir anda sözleri unutevrir, yanlış nota basar, ya da figürleri karıştırıverince herkes, alkış kıymaet içinde kalıverir... Sanki hiç yanlış yapan birini görmemişiz gibi, ellerimiz acıyana kadar kuvvetli alkışlarız.Ama orada amaç başkadır.Olay oradaki insanın yanlışını alkışlamak değil, gösterinin devamı için moralinin bozulmasını engellemektir.

Ama Avrupalılar öyle değildir.Oturup gösterinin bitmesini beklerler...Bitince de ellerini birbirine değdirmek suretiyle bir kaç "şak şak" sesi çıkarığ terk ederler mekanı.Hiç tepki vermeden saatlerce bir şeyler izlerler.Bir dakika bir dakika!İzlemek çok yanlış bir kelime oldu.Gözetlerler... Sanki sahnedeki ya da sahadaki insanların kendilerinin varlığından haberdar olmalarını istemiyor gibi, sessiz, sakin ve tepkisiz gözetlerler...

Biri, bir hata yaptığı zaman da öyle bakıp, ne yapacağını merak ederler.Sahneden çıkmaz da kendi kendine toparlanırsa ne ala.Ama yok heyecanlanıp, sahneyi terk ederse , işte o zaman o oyuncu kötü oyuncu, o oyun kötü oyun olur...

Şimdi buyrun hangisi daha doğru, hangisi daha canlı, siz karar verin... İzlemek mi, gözetlemek mi?

9 Haziran 2009

İzleyiciyi Markadan Soğutan Reklamlar #4



Bu ciddiyetle yapılıp da bu kadar fiyasko olan bir reklam görmemiştim daha önce...

Sizin Çalışmanıza da Size de


Dün eve geldiğimde sular kesikti. Ki sabahtan akşama kadar çalışmada koşturup durdum kısacası kokuyordum dün geldiğimde.Gece yatana gelmedi sular. Sabah erken kalkar alırım duşumu dedim. Sabah kalktım ve sürpriz: Musluklar aynı kuruluğuda devam ediyor.

Denizli Belediyesi'nin yaptığı 100 Yılın Altyapı hamlesi 2 günde bir suyumuzun kesilmesine neden oluyor. Hamdolsun sular bizi teğet geçiyor. Tam yaz başlangıcında yapılacak şeydi ya bu. Yollarda yürünememesini geçtim, yolların düzenlenmeden hep birlikte kazılmasını da geçtim -ki servis normalde 3 dakikada geçtiği bir mesafeyi, sokaklara gire çıka 10-12 dakika geçiyorsa bu kötü bir durumdur- bu sıcakta suyun kesilmesi nasıl bir durumdur. Bunu 2 günde bir yaşadığımız düşünüldüğünde iyice çekilmez oluyor durum.

Nihat Zeybekçi belediyesi ne yapmaya çalışıyor anlamış değilim. Güzel bir şey yapıyorsunuz, neden yaptığınız işe lanet okutuyorsunuz?

Hora Din Moldova



Hora Din Moldova. Geçen ay yazdığım Eurovision yazısında bahsi geçmişti sanırım. Şarkı mükemmel bir şarkı. Dinledikçe dans edesim geliyor. Evde kimse olmadığı sesi sonuna kadar açıp bununla dans ediyorum arka arkaya bir daha bir daha...

8 Haziran 2009

DVD Dükkanı : Benimle Dans Et


Fakettim ki, çok çok uzun süredir bu köşe ilerlemiyor.Benim de şu anda karşımda duran filmi övmeye ihityacım var, haydi bir yazı yazyım bari dedim kendi kendime...

Bahsi geçen film, gerçekten de bugüne kadar izledeğim en iyi müzikal-film karışımı filmlerden biriydi.Aynı zamanda gençlik filmi özelliği de taşımasıyla benim dikkatimi de çeken filmin başrollerini, paylaşan çiftin her sahnedeki efsanevi uyumu filmin amacını yerine getirmiş ve filmin her sahnesine ayrı bir hava katmış...

Deminden beri bahsedip de adını söylemediğim film; " Benimle Dans Et" ya da orijinal adıyla "Step Up" Türünün en iyi öreneklerinden biri olan film, öncelikle birbirini yanlışlıkla tanımış sonra birnin diğerine ihtiyaç duyması ve onun üstüne de denk gelen bir tesadeüfle aşka dönüşenm ilişkileri üzerinden, dansı eğlenceyi müziği ve gençliği bir araya getiriyor.Gençlik filmlerinin asıl amacı olan "ne kadar cinsellik o kadar para" felsefesinden eser bile taşımayan film, gerçekten mutlaka izleyinlerde olan bir film...

Amerikan yapımı bu müzik dolu yapım, içindeki yeri gelince kıpır kıpır yeri gelince duygusal danslarıyla da dikkatleri üzerine çekiyor.Zaten filmi, en iyi yapan koşullardan biri de, içindeki durmak bilmez enerjisini dışa vuran gençlerin dansları...

Ayrıca Bakınız:

Bu tip filmlere örnekler:

# High School Musical (1-2-3)

#Kuralsızlar

Şüphesiz ki en ünlü olanı da High School Musical ya da Türklerin ilginç deyimiyle "Yıldızlar Takımı" ...

Sanane Benim Seviyemden


Belki Mehmet bu sene bu stresi yaşamadı ama ben ve benim yaşıtlarım, bizden bir sene büyükler yaşadı...Tüm senemizi, kitapların içinde formüllerin ve ezberlerin arasında geçirdik biz.Hani nerede ezberci sistem kalktı?Benim olduğum yerin yerel saati geri herhalde bizde daha kalkmadı!Bütün sene bir sürü şey ezberledik, bir sürü şeyi aslında yarısı başka yerlerde olan beynimizin içine sıkıştırdık tıkıştırdık.Ve sınav anı gelip çatınca da serbest bıraktık kiliti, tüm bilgiler önümüze indi...Belki beynin içinde köşeye sıkışmış bilgilerden sorular kaçırdık, bunları da yaşadık.Ama ne yapalım artık.Pişman olmanın sırası değil şimdi!İster tüm yaz ağla, ister melankolik takıl,sonuç yine aynı.Tatilini zehir etmek yerine, dön bak dünyaya!Beterin, beteri var...

Heğimize sürekli bir şeyler ezberletip sonra da onları kullanarak bir şeyler yapmamızı bekleyen ve bizi papağan zannedenlere cevap vermenin tam zamanı : "S"anane "B"enim "S"eviyemden...

Şu anda elime geçen bir bilgiye göre 7. sınıf SBS sorularından 2 Türkçe Sorusunun iptal olma olasılığı varmış.Bir tanesi -sınava girenler bilir- lanet olası "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" sorusu, diğeri de televizyon ile ilgili olan soru, bilgilerinize...

Gözü Yüksekte Olanın Gözünü Çıkar !

Ülkemizin kendine has bencilliklerini çok öne çıkarmasından mıdır bilemem ama, kesinlikle ortada dönen bir "ayağını kaydır" politikası var.Aynı tarz işlerle uğraşıp başarılı olan iki insan olamazmış gibi, mutlaka birinin ayağını kaydırmaya çalışıyorlar.Ne olur sanki, bazı yörelerimizin iki oyunu, iki başarılı R&B sanatçımız, ya da aynı işte başarılı gruplarımız olsa?

.
..........
.
Bakın mesela!Bir tanesi Belçika'lı Türk bir sanatçımız, diğeri de Hollanda'lı bir sanatçımız.İkisinin de tarzı; R&B...Şimi durup duruken bu iki ismi karşılaştırıp, hangisinin daha iyi olduğunu karar vermeye ne gerek var?İkisi de başarılı olmaya devam etse ne olur yani?! Ama yook!İlla ki birinin ayağını kaydıracağız...
.

..........

.
Hah, bu da ayrı bir dava!Kardeniz'in oyunu Kolbastı mı, Horon mu?Sana ne be kardeşim.Belki ben ikisini de izlemekten zevk alıyorum.İkisinin de ritmi hoşuma gidiyor...Ben ikisinden birini seçmek zorunda mıyım ki?İlla ki yörenin oyunu olarak biri seçilip, diğeriyle ilgili olanlara gıcıklık yapılacak...

..........

.Haa bi de bu var... 4 Yüz mü Hepsi mi? Allah Allah yaa. Kardeşim bırak ikisi de ilerlesin yolunda! İlla ki, ya Hepsi, ya 4 Yüz...Birini seçmemiz gerekiyormuş gibi birinin piyasadan silmeye çalıştılar.4 Yüz için kısmen de başardılar.Hepsi de, kendi kendini dağıttı zaten...

Kısacası, eğer elinde bir kartal varsa; gözü yüksekte olan başka bir kartalın gözünü çıkarmak adetten oldu ... !